30 Aralık 2016 Cuma

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-2



Nihayet Celal’in hastalığı 1993 yılında Üniversite son sınıfta okurken ortaya çıkıyor. Dengesiz yürüme ve konuşma bozukluğu ile hastalık kendini göstermektedir. Artık Celal üzüntü ve stres içindedir. Sürekli dengesizliğin bir ilacı var mı diye düşünür durur. Ama bunu kimseyle paylaşmaz. Konya'da okulunu tamamlar, Ankara’ya ailesinin yanına döner.
Celal’in dengesizlik problemini ailesi de fark eder. Babası ile birlikte hastaneye giderler. Doktorun muayenesi ile yatış işlemleri yapılır. Çok geniş çaplı tetkikler uygulanır. Hastalık hakkında doktorlar sonuca varır. Bir gün sabah vizit esnasında Celal’in doktoru senin rahatsızlığın “Friedreich Ataksi “dediğinde Celal bunun ne demek olduğunu anlayamadı. Çünkü ilk defa böyle bir söz duymuştu. Doktora ne demek istediğini söyleyince; Doktor da bu hastalık dengesiz yürümeyle başlar, sürekli ilerler, tekerlekli sandalye ile devam eder. Sonunda yatalak durumuna gelinir.
Doktoru nefes almadan dinleyen Celal’in gözpınarları dolmaya başladı. Henüz hayatının baharında 19 yaşında bir gençti. En büyük hayali düz yürüyebilmekti. Bu arzusu gerçekten hayal oluyordu. Artık iyileşmesi mümkün değildi. Doktorunun son cümlesi ise iyice üzücüydü. Bugünler senin en iyi günlerindir. Doktor odayı terk ettiğin de Celal battaniyeyi kafasına kapatıp sabaha kadar ağladı. Refakatçi ihtiyacı olmadığı için babası akşamları yanına uğrar, durumunu sorardı. Yine babası gelmişti. Gecenin 12 si idi Celalin ağlamasına bir anlam veremedi. Celal’in gözleri ağlamaktan kan için de kalmıştı. Odadaki diğer hastalar doktorun söylediklerini ifade ettiklerinde Celal’in babası da çok üzüldü. Öfke ve üzüntü ile doktora koşuyor, bu çocuğa bir anda böyle bir şey söylenir mi, ona bir şey olursa hesabını sana sorarım. Bu durumu alıştırarak söyleye bilirdiniz. Doktor söylediklerine çok pişman olur. Hemen Celal’ in yanına gelir ve ona tıp çok ilerledi buna da bir çare bulunur dedi. Celal bunun üzerine biraz rahatladı.
Hastaneden bir müddet sonra taburcu olan Cela’in askerlik yoklama kağıdı geldi. Askerlik şubesinden askeri hastaneye sevk edilir. Komando olmak isteyen Celal, hastaneden aldığı raporla askerlikten muaf tutulur.
Doktorun Celal’için hiç bir şey yapamaz demesine rağmen, Celal’in babası bu durumu kabullenmez. Celal’le birlikte İş ve İşçi Bulma Kurumuna giderler. Orada bir hastaneye giderek rapor almaları istenir. Hastaneden getir götür işi yapabilir raporunu alırlar. Raporu İş ve İşçi Bulma Kurumuna verirler. Devlet kurumlarından iş isteğinde bulunurlar. Birkaç hafta geçmişti. Babasıyla İş ve İşçi Bulma Kurumunun önünden geçerken, kuruma uğrayıp, sadece devlet kuruluşunda değil, özel sektörde de işe girebileceklerini söylediler. Yetkili Celal’e herhangi bir mesleğinin olup olmadığını sordu. Celal de elektronik teknikeriyim deyince, yetkili Karel adında bir şirkete yönlendirme yaptı. Karel şirketi yetkilileriyle görüşen Celal, bilgili ve İngilizcesinin iyi olması neticesinde işe alınır. Çankaya da görüştükleri şirketin Sincan da bulunan ARGE’sin de işe başlar.
Kısa süre de işin püf noktasını yakaladı. Celal işini ve iş arkadaşlarını çok sevmişti. İş arkadaşları da Celal’i sevmişdi. Başta patron, müdürler ve mühendisler Celal’in çalışmalarını çok beğeniyorlardı. Adete Celal şirketin bulunmaz elemanı durumuna gelmişti. Bilgisayar başında hastalığını bile unuttuğu olmuştu. İlk yıllarda tutunarak, yemek haneye gide biliyordu.
Streslerden ve psikolojik bunalımlardan Celal’in hastalığı ilerliyor. 1998 yılında tekerlekli sandalye kullanmaya mecbur kalıyor. Dengesiz olarak ta yürüyebilen ve hatta kendi başına araba kullana bilen Celal, bundan sonra tekerlekli sandalyeye ve yatağa bağlı kalarak ömrünü geçirmeye başlıyor. Bu durum karşısında anne ve babası hangi ruhi yapıda olduklarını merak ediyor ve onları düşünüyordu. Onlar adına çok üzülüyordu. Kim bilir anne ve babası yalnız kalınca nasıl dertleşiyorlar.
İsa- Nuriye  (Celal'in anne ve babası)

Celal’in annesi her gece ağlayıp, üzülüyordu. Bir akşam Celal’in babası, annesine der ki: “….Ağlama artık, hastalığı Allah verdi. Bizim sabrımızı deniyor. Allah terazinin bir kefesine oğlumuzun hastalığını koydu. Diğer bir kefesine de sabrımızı koyacak. Daha fazla ağlarsan terazinin kefesi ağırlaşacak… Bizim iki çocuğumuz daha var. Allah bize bu imtihanı verdiyse, bize düşen sabretmektir. İnşallah imtihanı kazanabilmek için, artık ağlamayı bırakıp oğlumuzu rahat yaşatma çarelerini üretmeliyiz…”
(Devam edecek)

Efkan VURAL



Bu yazı Milliyet Blog'da 16.03.2014 tarihinde yayınlanmıştır:
KAYNAK:
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-2/Blog/?BlogNo=453231



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder